Haliç’e, Fuar’a koşun.. Ailecek..

Nisan 2013

Hıncal ULUÇ

Sevgili Orhan’ı (Mizanoğlu) bir daha anmam lazımmış demek.. Paris’te bir bulvar kafesinde otururken garsonun masamıza koyduğu su şişesinin üzerindeki yazıyı tercüme etmişti bana, “Hıncal bak” diye..
“Güzel Sanatlar içinde en güzeli, güzel yaşama sanatıdır.” Güzel yaşama sanatının içine de en tepede Güzel Sanatlar girer, dostlar.. Ve de Güzel Sanatlar hiç de öyle sanıldığı gibi, belli bir kitlenin, ne bileyim, zenginlerin, okumuşların, anlayanların tekelinde değildir.
İstanbul Boğazı’nm o muhteşem güzelliğine bakmak, tad almak için, özel bir bilgi, ya izin gerekiyor mu?.
O zaman bir heykele, bir resme bakmak da öyle..
Bakın, “ArtBosphorus 2013” Çağdaş Sanat Fuarı, Haliç Kongre Merkezi’nde.. Yani bir yanı Haliç, öte yanı yürüyüş mesafesinde gece kondular ve o gece kondu insanların bu fuarı gezmelerini ve “Vay be, ne güzelmiş” diye diye dolaşmalarını önleyecek hiçbir şey yok..
Güzel, anlayanlar değil, bakanlar içindir çünkü.
Sevgili Inci’yle (Aksoy/ Ekavart) buluştuk ve beraber dolaştık fuarı.. Vakit perşembe ve iş saati olduğu için de koridorlar nispeten boştu. Bu yüzden rahatça gezdim. İstediğim esere, istediğim mesafe ve açıdan bakma fırsatı buldum.. Böylece tadını daha da iyi çıkardım. Bu yüzden sizlere rahatça, inanarak, yürekten “Bakın bugün, yarın tatil.. Hava da güzel.. Toplayın aileyi.. Doğru Haliç’e” diyebiliyorum..

Benim bu fuarda favorim Emire Konuk ve onun Elektronik Mistisizm adını koyduğu Meditasyon çalışması..

Sanatçının iç dünyasını bilemem ama benim bu kadar etkilenmeme belki de Stephen Hawking ve Leonard Mlodinow sebep oldular. Sergiye gitmeden önce evde iki saat kadar bu ikisinin yazdığı Büyük Tasarım adlı kitaba daldım.. Bana roman heyecanı veren bir bilimsel yapıt. Ama bilimi sizin, bizim anlayacağımız dile indirgiyor.. Ve o gördüğümüz, göremediğimiz sonsuz evren büyüklüğünden, hani geçen gün isviçre’deki yer altı laboratuarlarında bulduklarını iddia ettikleri Tanrı Parçacığı minikliğine dek her şeyi anlatıyor. Atom altı parçacıklar, kuarklar müthiş. Ne boyutları belli, ne şekilleri, ne yerleri.. Ne de zamanları.. Ayni anda iki yerde de olabilirler, iki ayrı zamanda da.. Polis romanı gibi, Büyük Tasarım’ı okumak..
Onu okudum, çıktım..

Emire Konuk bir kare koymuş duvara..
Işıklı ve renkli bir cam.. Onun içinde daha ufak bir kare.. O da cam ve başka renk. Onun içinde bir kare daha.. Onun içinde bir kare daha..

Hepsi değişik renklerde.. Ve elinize bir uzaktan kumanda alıyorsunuz.. Bu kumanda renklere hükmediyor.. Tonlarını da değiştirebiliyorsunuz, renklerini de.. Yani bir yerde sanatçı siz oluyorsunuz.. “Resim yapana değil, bakana göre şekillenir” derler ya, onun canlısı işte..

Ama bu işin sadece küçük bir yanıymış meğer. Sonra fark ettim ki, yerde, duvardaki karelerin bir metre önünde gene kare bir siyah ayna var.. İç bükey.. Duvardaki kareler buraya yansıyor.. Ama iç bükey olduğu için baktığınız açıya göre kırılarak yansıyor.. Bazen aslına hiç ama hiç benzemiyor gördükleriniz.. O karelerin sertlikleri bu yansıma ve kırılmalarla bazen öyle yuvarlaklaşıyor ki..
Inci’ye “Şurada dur, yan dön, öyle bak” dedim.. Gördüğüm yansıma, Picasso’nun bir portresi çünkü..

Hawking de onu diyor işte.. “Ya uzayı da öyle görüyorsak?..” Gerçek ne peki?. Nerden, nasıl baktığına göre, her şey kökünden değişiyorsa, gerçek ne?.
Emire Konuk’un “Meditasyon” dediği mistik algılamalar bu olmalı..
Gerçek ne?..

Yazının devamını PDF formatında indirmek için lütfen tıklayın.