İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi ve Paris Ecole Des Beaux Arts’da heykel – Sorbonne’da tiyatro eğitimi aldım. Fransız televizyonunda film yönetmenliği stajı ve asistanlığından sonra Fransa ve İngiltere’de pek çok belgesel ve deneysel filmler çektim. Daha sonra Türkiye’de uzun seneler tanıtım, reklam ve belgesel film yönetmenliği ve prodüktörlüğü yaptım.
Üç boyutlu yapıtların yaşamımda kişisel bir ifade aracı olarak güçlenmesi çok çabuk olmadı. Öğrenim yıllarından sonra bu alanda yoğun çalışmam Paşabahçe cam fabrikalarında sıcak fırında ve soğuk kesme atölyelerindeki çalışmalarımla başladı. Daha sonra kurduğum kendi atölyemde 6 yıl boyunca yalnızca cam üzerinde çalıştım. Bu çalışmalarımı İstanbul’da PG Art Galeri’de, Ankara’da Takıantika Sanat Galerisi’nde sergiledim. Bu formlara şimdi yeniden bakınca bir kabuğunu kırma devresi geçirdiğimi görüyorum. Bazı yapıtlarda kurşunun sımsıkı sardığı cam veya kristal bütün akıcılığıyla kendini sınırlayan metalden taşıyor, diğer işlerimde bu akışın tadına varırcasına camın özgür hareketini izliyorum, ortaya çıkarıyorum.
Bu çalışmalardan sonra değişik malzemelerle ve hareketle ilgilenmeğe başladım. Yaptığım işler Dünya karşısındaki duruşumun yoğun anlatımı oldular. Anlamın getirdiği malzemeyi kullanmağa zorlandım. Var oluşumuzun geçiciliği ve hafifliği, şaşırtıcılığı, gerçeğin kayganlığı hatta yokluğu, her birimizin kendi gerçeğimizi, evrenimizi yeniden kurmağa, var etmeğe zorunlu olmamız ve bunu çevremizdekilerle paylaşmanın neredeyse imkansız oluşunun acısı çaresizliği… En arabesk deyişle yalan dünya!.. İyi de bu yalan kimin? Metafizik ve sosyal ilişkiler anlamında “gerçek” yok mu ya da algılarımız, yetilerimiz mi ona ulaşmamıza engel. “Bu Yalan Kimin” sergisinin temel fikri buydu.
Hep büyük şehirlerde yaşadım, sosyal ve kişisel büyük çalkantılar içinde oldum, ama ben acıya, hüzne hiç yatkın değilim, ta içimde, özümde bir boşluk, hiçlik duygusuyla hem kendi acılarıma hem insanlığın hırslarına şaşarak baktım. Gene de bu beni yaptığım her işi en iyi şekliyle yapma çabasından alıkoymadı. Bu duyguma da şaştım hep. Zamanla bu duygunun insanca, çok insanca olduğunu da yaşayarak anladım.
20 yaşında Paris’de okurken büyük annemin ölüm haberini aldım. Ben giderken kanserdi hastanedeydi. Bir ay boyu her gece rüyamda onun kucağımda mezarına taşıdım, orada sevdiklerimize destek olmakla kendimizi geliştirmek ikilemini yaşadım. O yaşta, o senelerde (1964) seçimim tahliye kayığımı batıracak elleri kesmekti. Hocam Hadi Baran’ın öğüdüydü bu. Ama bu ölüm ve büyük annemin son günlerinde yanında olamayışım, acısını paylaşamayışım bana bu öğüdü sorgulattı. Çok da bilinçli olmaksızın ben, kişisel başarımın önüne sevdiklerimi koydum. Çok sevdiğim bir dostumun değişiyle hayatta benim original chose’um temel seçimim yaşamımda bu seçimle gerçekleşti. Şöhretti, sosyal başarıydı hiç derdim olmadı. Kişisel olgunlaşma ve sevdiklerim hep en önce geldi benim için. Bugün yaptıklarım, olduğum neysem bu düşünce sonucu. Şimdi inanıyorum ki, insan kendini seçmeden, kendiyle, değerleriyle hesaplaşmadan, sevdiklerine yaşamında gereken değeri vermeden, yalnızca kör bir inançla, seçimle bir yere varamaz. Bugün ben neysem oyum ve böyle olmanın sonsuz huzurunu yaşıyorum. Bence tek kişilik mutluluk olamaz, verdikçe çoğalırız, kurtuluşumuzun tek başına olmayacağına inanıyorum. En azından seçtiğimiz kimselere dayanarak ve onlara dayanak olarak iyi bir dünya kurabiliriz. Bu inançla çoğu zaman kişisel sosyal başarılarımdan vazgeçtim. Şu anda amacına inandığım bir şirketin yönetimini ve kendi yolumu birlikte sürdürüyorum. Son geldiğim yerdeki yapıtlarımı “Meditasyon Yaşantıları” adı altında topladım.