Camlar ve Kristaller

PG Art Galeri – İstanbul, Nisan 2001
Takıantika- Ankara, Kasım 2001

Paşabahçe Cam Fabrikalarının fırınlarında sıcak cam üretimine katıldım. Atölyelerinde bu ürünleri soğuk cam teknikleriyle işlemek şansım oldu. Paşabahçe ürünleri için yeni formlar yeni teknikler geliştirdim. Sonra kendi cam heykellerimi üretmek için kendi atölyemi kurdum. Amacıma uygun cam işleme makinelerini, elmas taşları, testereleri, malaturaları, parlatma lastiklerini ustalarım aracılığıyla teker teker seçtim. Altı yıl boyunca ustalarım öğretmenlerim oldular.

Resim yaparken fırçalarınız neyse cam çalışırken kullandığınız su altında dönerek kesen, törpüleyen, parlatan, gölge veren koskoca elmas taşlar da odur. Kulakları sağır edecek bir gürültü içinde ıslak zeminde, hep bir tehlikenin sınırında çalışırsınız. Sonra avuçlarınızda pırıl pırıl bir anlam belirir. Seviniverir, bütün yorgunluğunuzu unutursunuz. Bazı günler eli boş dönersiniz bütün günkü uğraşınız bir yere varmamıştır ve delice yorgunsunuzdur. Dönüş yolunda ben bu işi niye yapıyorum ki diye sorarsınız. Ama ertesi gün yeni bir heyecanla yollanırsınız atölyeye, çünkü bu sorunun yanıtı “niye yaşıyorum ki” sorusuna alacağınız yanıtla aynıdır.

Başlangıçta bu uğraşı film çalışmalarımın yanı sıra sürdüreceğimi sanıyordum ama camcılık gitgide bütün zamanımı aldı ve almağa da devam edecek gibi gözüküyor. Son altı yılda camı işlerken hep, şimdi ne yapacak diye merakla izledim. Cam çanaklar yaptım, vazolar, heykeller yaptım, formlar ürettim ama asıl yaptığım; camı gözlemek, onun her seferinde değişik tekniklere verdiği yanıtı dinlemekti. Nereye varacağımı pek de bilmeksizin değişik camlarla, değişik tekniklerle formlar oluşturdum.

Ahşabın, metalin, mermerin, betonun heykel dilindeki tadını biliyoruz ama camın şimdiye kadar heykel sanatında denenmemiş bir anlatımı var. Bu anlatımın bir lisana yeni sözcükler, yeni kavramlar eklemek gibi biçimsel anlatım dilini zenginleştiren yeni bir imkân olduğunu görüyorum. Bu dili kullanabilmek, bu kavramlarla yeni anlamlara varabilmek beni çok heyecanlandırıyor. Bronzdan veya mermerden bir forma bakarken onun bronzluğunu veya mermerliğini çoğu zaman göz ardı ederiz. Madde kendini geri çeker, biçimi sunar size. Oysa camdan bir formun camlığı her zaman forma katılmış artı değerdir. Onu göz ardı etmek onun tadına varmadan, onunla hesaplaşmadan forma ulaşmak olanaksızdır.

Cam kendini en yalın, en açık biçimde ortaya koyan bir madde. Camda en küçük bir hatayı gizleyemezsiniz, kaygısızca açar gösterir kendini; yalnız yüzeyini değil, iç dokusunu da. Kendini göstermekten ve çevresini de içine almaktan veya ona ayna olmaktan çekinmez. Camın duruluğundaki çelişkili gizem beni hep etkiledi.

Cam alçakgönüllü ama ödünsüzdür. Ne sizi ne kendini fazla zorlamaz, vazgeçiverir, kendinden de sizin istediğiniz biçimden de, elinizde parçalanıverir. Onun doğasından gelen dansına ayak uydurmazsanız, birlikte bir uyuma, bir anlama varamazsınız. Buna karşın hem en sert keskin çizgilerde hem de en akıcı yumuşak biçimlerde anlatımını bulabilir. Akılcı ve duygusaldır.

Ben camı en küçük hareketlerinde, en sade duruşunda sevdim. Hiç bir şey söylemez gibi dururken çoğalttığı anlamlar bana varoluşun, istemenin, vaz geçmenin, akıl ve duygu birliğindeki dinginliğe erişmenin sorunlarını yaşattı. En yalına indirgediğinizde çoğula erişmek… Ben camı seviyorum. Onun diğer asal ögelerle bir araya geldiğindeki duruşunu denemek, iki ayrı rengini, iki ayrı formunu bir araya getirmek, aslında sıvı olan bu katı maddeyi yaşamak…

Ürettiğim cam formlar zamanla yanlarına kurşunu, ahşabı çağırdılar. Ben onların isteklerini izledim, onların söylemek istediklerine aracı oldum. Kurşun da ahşap da cam gibi hem sert hem yumuşak canlı bir dokuya sahip. Kurşunun metal oluşunun bütün ağırlığına karşın kristalle birlikte soluk alışını dokusundaki o saten yumuşaklığını duyuyorum. Onların beraberliğini, dağları denizleri rüzgârı dinler gibi dinliyorum. Diriliklerini, canlılıklarını, aydınlık, umutlu ve mutlu duruşlarını seviyorum. Bir suyun akışı gibi bir çocuğun doğuşu gibi yalın doğal ve gerçek onlar benim için.

Camı bir kalıba dökebilir, istediğiniz formu verebilir, içinde yapma çiçekler gibi açtırabilirsiniz. Ama benim sevdiğim cam; şirret, kaprisli, kırılgan, başına buyruk; aynı zamanda da su gibi uysal, zorlanmamış bir dinginliği yaşayan camdır. Ben camı doğanın canlı bir parçası gibi kendi akıcılığında, taşmasında, kabına sığamamasında, evcilleştirilmeyişinde ve rastlantılarında seviyorum. Ona istediğimi yaptırmak değil, onunla birlikte kendimin de doğanın bir parçası oluşunu yaşayarak ona katılmak, birlikte anlam bulmak camla çalışmanın beni heyecanlandıran yanı. Camdaki bu canlılığa saygı duyuyorum ve onunla dans etmeyi seviyorum. Heykellerim bu sürecin bir anına yoğunlaşmak, o ana kulak kabartmak, o anla bütünleşmek gibi… Hareket ne kadar küçükse, ne kadar yalınsa, onu fark etme çabası, yoğunlaşma o kadar artıyor sanki. Hareketin donduğu an; sonsuz bir “şimdi”nin algılanışı ve yüceltilişi. O ana saygı, o anı sürekli kılmak; bu bir yaşantıdır, doğada olmayan bu süreklilik zihinseldir. Ancak insan aracılığıyla doğaya katılacak bir edimdir.

Ama bir kez bu kavrama erişmişseniz, doğada karşılığı olmayan sürekli, durağan formlara geçişiniz de kaçınılmazdır artık. Tek ve değişmeyen mutlak formlara, kavramlara giden yol önünüzde açılmıştır. Yaşantınıza dayanak olacak kesin formlar çoğalır gözünüzde ama siz oraya hareketler ve sonsuz oluşumun tek tek anlarından geldiyseniz zındık inançsız yanınız sürüp gider. Zaten camın en sağlam en sürekli formu bile kırılganlığı doğası gereği kendinde taşımıyor mu? Sanırım bu ikilemin benim yaşantımda ve yaptıklarımda çok önemli bir yeri var. Kırılgan camla mutlak formlar yapmaya kalkışan biri kendini başka nasıl açıklayabilir ki!